Bugün tanıtacağım kitap aslında bütünsel salgın döneminde aldığım, biraz inceleyip kenara ayırdığım ve ancak okuyabildiğim bir çalışma. Kitapla ilgili görüşlerime geçmeden önce blogda yorumladığım son çalışmadan sonra neden bunu seçtiğimi açıklayayım. Polisiye-gerilim çizgisinden kara roman türüne uzanan keyifli ve düşündürücü bir üçlemenin son kitabı olan Fon çalışmasının kapağında Mahfi Eğilmez Hocamın güzel bir sözü vardı.
“Kara gömülen ceset yazın ortaya çıkar.”
Cavalli’nin Dalga adlı romanı ise bu düşünceyi tamamlayan şu satırlarla başlıyordu:
“İlk cesedi sığ kayalıkların arasında, iskelenin ayağına takılmış hâlde buldular.”
Ortak olduğunu düşündüğüm diğer bir alansa Giulio Cavalli’nin siyasi yozlaşma, rant ilişkisi, politik oyunlar ve İtalyan mafyasının perde arkasını ele aldığı kitaplarıyla öne çıkmasıydı. Üçleme şeklinde olması beklenen bir serinin ilk kitabı olan Dalga bu yüzden okuma için bekleme süresini dolduralı çok olmuştu. Ancak hemen belirteyim, bu kitapta polisiye, gerilim ya da kara roman değil, distopya sınırlarına geçiyoruz.
Ütopya ve Distopya üzerine kısa bir iki not:
Köken olarak Yunanca “yok ya da olmayan” (ou), “mükemmel” anlamına gelen (eu) ve “yer, toprak, ülke” anlamındaki (topos) kelimelerin bir araya getirilmesiyle oluşmuş ütopya sözcüğü; gerçekleşmesi imkânsız olan bir ideal toplumu ifade etmektedir. Thomas More‘un Utopia adlı kitabı bu anlamda mutlaka okunması gereken bir eserdir.
Distopia ise genel olarak toplumun geleceğe ilişkin korku, endişe ve olası kötü durumlara ilişkin beklentileri yansıtmaktadır. Baskıcı, otokratik yönetim anlayışı, özgürlüklerde gerileme ve hatta özgürlüklerin tamamen yok olması, yaşam hakkı mücadelesi gibi temalarla distopyalarda sıklıkla karşılaşırız. Bu tür içinse George Orwell‘in 1984 adlı çalışmasını kesinlikle öneririm.
Dolayısıyla mutlak iyimserlik ve kötümserlik bakışı ütopya ile distopya arasındaki en belirgin özellik şeklinde durmaktadır. Diğer çarpıcı bir alansa bence eşitlik kavramı ve bunun toplumdaki adalet duygusuyla işlenmesidir.
Cavalli’nin bu kitabı da İtalya’nın sakin bir balıkçı kasabası olan DF’de geçen bir distopya şeklinde nitelendirilebilir. Ölüler, Yaşayanlar ve Son şeklinde üç bölümden oluşan kitap bu bağlamda iyi bir ayrım içeriyor. Can Sanat Yayınları tarafından Türkçe olarak okuyucuya sunulan 222 sayfalık hacim bölümler arasında eşit dağılmıyor. Ölüler ve Yaşayanlar iki ayrı tema Son ise kısa yer ayrılan, tamamlayıcı başka bir süreç. Kitabın dili akıcı olsa da uzun cümle yapılarından hoşlanmadığımı belirtmek isterim. Cümle dediğim de noktayı ancak iki üç sayfa sonunda gördüğünüz cümleler. Nasıl akıcı o zaman diye sorarsanız da Türkler ve İtalyanlara ait olan heyecanlı, detaylı ve sonu nereye gideceği belli olmayan sohbetler bu konuda sunabileceğim bir kanıt olabilir. Yani bence yazar özellikle böyle uzun yazmaya çalışmamış, doğal tarzı böyle. O yüzden de eğreti durmuyor. Tabi bunun çevirmen için nasıl bir yük olabileceğini çok iyi anlıyorum. Hatta bu karmaşık yapıları bire bir okuyucuya sunmak yerine İngilizce ya da Almanca gibi başka dillere olan çevirilerde cümle yapısının bölündüğüne hiç şüphem yok. Yelda Hanım’ın emeklerine teşekkür ediyorum.
İtalyanca bilmediğim için çeviri üzerine yorum yapamam tabi, ancak kitabın çevirmeni Yelda Gürlek’i Latince dersleri kapsamında tanıdığım; başarılı özgeçmişi yanında titiz, özenli çalıştığını bildiğim için güzel bir iş çıkarmış olduğu görüşündeyim. Kapak tasarımı kimin fikri bilmiyorum ama Türkçe baskının kapağını daha çok beğendiğimi, görselin karamsar ve derin içerikli konuyu, dalgalarla gelen cesetleri daha iyi yakaladığını görüşündeyim. Kural olarak çeviriler için özgün metne ve kapağa bağlı kalınmasından yana olsam da bu sayılı istisnalardan biri oldu. Çünkü özgün kapak daha çok yaz tatili, huzur ya da bir balıkçının anıları gibi duygular uyandırıyor.
Yine kural olarak aslına sadık çeviriler için mücadele etsem de başlık için bir istisna yapılmasına bu kez o kadar tepki gösteremedim. Özgün metnin başlığı olan “ceset yığınaları, mezbaha” anlamındaki “carnaio” kelimesi yerine “dalga” kelimesinin seçilmesi de yine ilkesele bir tartışma. Buna rağmen kapak ve metinle uyumlu olan bir başlık diyebilirim. Çünkü Türkçe kapak ilk bölüme odaklanırken özgün metnin vurgusu bence daha genel şekilde düşünülebilir. Bu kararın da çevirmene mi yoksa yayın evine mi ait olduğu ayrı bir konu ama belirtmeden geçemedim. Son olarak çeviri için bir not daha düşerek kitabın içeriğiyle ilgili notlarla tamamlayalım.
Toplumun hemen her kesiminden insanın yer alabileceği bir tasvirde, zorluklar, sıkıntılar ve sıra dışı durumlar karşısında davranışlar ve söylemler uçlara kayabiliyor. Dolayısıyla argo sözcükler ve küfürlü ifadeler metinde birkaç yerde ve abartı içermeden geçiyor. Kendi adıma bu tür ifadelerden hoşlanmasam da bunları yok sayamayız. Hatta daha kötüsü belki de Cem Yılmaz’ın Robert De Niro ve Taksi örneği, TRT ve dil eleştirisi ya da benzer diğer hikâyelerinde karşılık bulan tutarsızlık durumudur. Çevirmen ya da yayın evi kötü ifadeleri sansürlediğinde aslında yazarı beğeniyor, çeviride bu ifadeleri görünce çevirmeni kınayabiliyoruz. Oysa ben çevirinin özgün metne sadık olmasından yanayım. Okuyucu yazar hakkında kendi görüşünü oluşturmalı. Onu koruyacak bir çevirmen, yayın evi veya üçüncü bir üst aklın sansürüne ihtiyaç olmamalı. Böylece iyi ile kötü arasındaki fark daha net anlaşılabilir. Dolayısıyla tercih bize kalır. Buradan sonrası biraz daha detay ama şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Dikkat içerik hakkında önemli açıklamalar ya da okuma keyfini kaçıracak bilgiler içerebilir. (spoiler)
DF şehri sakinlerinden balıkçı Giovanni’nin bulduğu cesette başlayan roman, hayatın zorlukları ve geçim sıkıntısı arasında böyle bir talihsizlike uğraşma temasından ikinci cesedin bulunmasıyla seri katil ya da güvenlik endişesine dönüşüyor. Ardından ceset sayısı ve benzerlikler artınca işin rengi de değişiyor.
“Bu, bizim buraların cesedi değil.” “Bize hiç benzemiyor. Siyahi ama kapkara değil. Galiba Afrikalı.” “Denizin öte tarafından.”
gibi ifadeler aslında okuyucunun dikkatini bu kez polisiye-gerilimden ırkçılık, mülteci krizi ve göç dalgası gibi siyasi, toplumsal olaylara kaydırabiliyor. Hatta iş gücü açığı, maliyetleri düşürerek kârlılığı arttırmak gibi ekonomik bağlantılı ilişkilerin nasıl uç noktaya taşınabileceği hayret verici şekilde işleniyor da diyebilirim.
İtalyanca özgün basımının 2018 yılında yapıldığı çalışmanın çok daha ilginç yönüyse Covid-19 bütünsel salgınının henüz dünyamızı ve yaşadığımız yakın dönemi etkilemediği bir zaman diliminde yazılmış olması. “Kapanış” başlıklı bir bölüm ve “bulaş” yanında alınan tedbirler çok düşündürücü. Yıl 2018, kitabın kaleme alınması belki daha da önce. Buyrun kitaptan bir başka kesit:
“Belediye Başkanı Ruffini, kendi çekirdek ailesi dışında bireylerin dışarıyla olan her türlü temasını derhal yasakladı, evlerinden çıkarken zorunlu olarak maske takmalarını, kamuya açık telefonların ve umumi tuvaletlerin sökülmesini, toplantıların yasaklanmasını, ayin sırasında kilisedeki sıralara, tiyatro ve sinemalardaki koltuklara en az yüz elli santimetre mesafeyle oturulmasını, bekleme salonlarının ve yüzme havuzlarının yasaklanmasını, çöp poşetleriyle birlikte maskelerin, eldivenlerin ve galoşların ücretsiz olarak sağlanmasını, …, temasları yeni bir emre kadar yasakladı.”
Hayal gücü ve komplo teorisi sınırlarını daha öteye götürmek isteyenler yapay zeka, seri üretim robotlar ya da insan görünümlü robotlarla dolu hikâyeler de düşünebilir. Üçlemenin devamı Türkçe olarak sunulur mu bilmiyorum, ama distopyaların, yerel ve bütünsel salgınların, felaketlerin uzak olmasını dilerim.
Keyifli okumalar.
Ergun UNUTMAZ, 04.11.2023
Dalga – Giulio CAVALLI, (Eserin özgün adı: Carnaio) Çeviri: Yelda GÜRLEK, Can Sanat Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, Aralık 2021.