Sahaf Mendel
Stefan ZWEIG
Uzun süre önce okuduğum ve bu sayfada yer veremediğim çok fazla kitap var ve bunlardan biri Stefan Zweig’ın Sahaf Mendel adlı çalışmasıdır. Prof.Dr. Aylin Seçkin Hanım’ın, Sanatın Ekonomisi kitabını geçtiğimiz günlerde yorumlarken sanat eserlerini sadece yatırım aracı olarak gören değil, sanat eserlerine tutkuyla bağlı olan insanların hikâyeleri gelmişti aklıma. Bu vesileyle Türkçeye Sahaf Mendel olarak çevrilen kitapta yer alan üç ayrı eserin bu anlamda tamamlayıcı olduğunu düşünerek bu kitabın hem Türkçe çevirisi hem de kitabın yazıldığı özgün dil olan Almanca baskısı üzerine görüşlerimi paylaşacağım.
Yazar Hakkında
Stefan Zweig 1881 yılında Viyana’da doğmuştur. Anne tarafı bankacılık, baba tarafıysa tekstil imalatı yapan Yahudi kökenli ailelerden gelen Zweig, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Viyana Üniversitesinde Felsefe eğitimi gördükten sonra da 1904 yılında doktorasını tamamlayan Zweig’ın eğitiminde ve ailesinde din unsuru merkezi bir yer tutmasa da eserlerinde ve yaşamında karşımıza çıkar. Evrensel bir yaşam tarzı, dünya vatandaşlığı ve Avrupa fikri Zweig’ın eserlerinde sürekli gördüğümüz bir tema olsa da maalesef hayatın akışı bu kavramları farklı yollardan yaşamasına neden olmuştur.
1934 yılında Hitler’in Almanya’da başa geçmesiyle Zweig, Viyana’daki yaşamını geride bırakarak Londra’ya yerleşmiştir. Savaş koşulları ve endişelerle 1940 yılındaysa Atlantik’i geçerek New York’a gitmiştir. Buradan da Rio de Janerio’ya göç eden Zweig, Avrupa’da yaşanan dramdan çok derin etkilenmiştir. Evinden, kendini ait hissettiği yerlerden uzak yaşamak yanında şiddet, zulüm ve Avrupa’nın kültürel olarak yaşadığı tabloya dayanamayan Zweig, eşiyle birlikte, geride bir mektup bırakarak hayata veda etmiştir. Geride bıraktığı eserlerin her biri ayrı nitelikte ve okumaya değerdir. Türkçe ve Almanca olarak okumaktan keyif aldığım bir ustadır Stefan Zweig.
Buyrun bu kitaplar arasında Sahaf Mendel ile başlayalım.
Türkçe Çeviri
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Gülperi Sert çevirisiyle okurlara sunulan bu kitap için öncelikle teşekkür ederim. Aslında bu kitap, iki novella bir kısa hikâye şeklinde üç eserden oluşan bir çalışmadır(1):
1) Sahaf Mendel hayatı kitaplar içinde geçen, bu yüzden de özgün metinde Kitap Mendel (Buchmendel) olarak bizi karşılayan bir karakterdir. Türkçe baskıdaki “sahaf” sıfatı aslında bu bağlantıyı başka bir noktaya kaydırmaktadır ki buna daha sonra değineceğim. Yahudi asıllı Zweig’ın Tevrat’a ve Kitabı Mukaddes’e yaptığı göndermeler satır aralarını okuyan okuyucular açısından isim seçimlerinde dahi kendini hissettirmektedir. Jakob Mendel, aradığını hiç bir yerde bulamayan, çaresizce kendisine koşan insanları eşsiz hafızası ve bilgi birikimiyle “teselli eden” bir karakterdir.
2) Görülmeyen Koleksiyon ise Berlin’den gelen, tanınmış bir sanat antikacısının, savaş gazisi bir koleksiyonerle karşılaşmasının hüzünlü öyküsünü aktarmaktadır. Sanat eserlerine olan talep nedeniyle yeni parçalar arayan antikacının, çok çok uzun süreler önce babasından ve dedesinden satın aldığı eserler için Bay Herwarth’ı ziyareti mutlaka okunması gereken, hüzünlü bir çalışmadır. Dünya, buhran koşullarıyla mücadele ederken Almanya hiperenflasyon nedeniyle zor günler yaşamaktadır. Savaşın ve enflasyonun getirdiği satın alma gücü kaybı, yoksulluk ve sefalet bir tarafta; altmış yıl boyunca şahsi harcama yapmadan koleksiyonuna değerli parçalar katan çevresine ve gerçeklere körleşmiş bir insan bir taraftadır.
3) Unutulmayacak Bir İnsan mutlu yaşamın formülünü okuyucuya sunan bir öyküdür. Yaşanmış olay şeklindeki bu öyküde iki ders öne çıkmaktadır: Servet yerine dost biriktirmek ve para yerine iyiliğe önem vermek ilk sihirli formüldür. İkinci dersse, herkesin birbirine güvendiği, mahkeme ve hapisanelerin olmadığı ütopik bir ortam anlatılmaktadır. Bunun sırrıysa tek bir düşman edinmeden yaşayabilmektir (mümkün mü, kimseyi kırmamak için taviz verilir mi bunlar ayrı tartışmalar tabi).
Çevirmen önsöz bölümünde bu üç eserdeki ortak noktalar nedeniyle böyle bir derleme yapıldığını belirtirken novella türünün özellikleri ve gelişimi hakkında da faydalı bilgiler sunmaktadır. Eserler; Birinci Dünya Savaşı, değişen kültürel hayat, yozlaşmış Avrupa, ekonomik bunalım ve yoksulluk ortamı üzerine kurulu olduğu hâlde eserlerdeki ana karakterler sadece kendi ilgi alanlarına odaklanmış, etraflarında cereyan eden gelişmelerden habersiz ya da soyutlanmış bir şekilde yaşayan, savaşın vahim sonuçlarından bile habersiz karakterler olarak çarpıcı bir dünya oluşturmaktadırlar.
Novella için Önsöz bölümünde yer alan bu güzel açıklamalar şöyledir:
Latince “yeni” anlamına gelen novus sözcüğünden türetilen novella, İtalyancada “yenilik” anlamına gelir ve Giovanni Boccaccio’nun Decameron adlı eseri novella türünün öncüsü sayılır. Novella Almanca edebiyatlarda özel, sevilen ve yaygın bir türdür. Özellikle 19. yüzyılda başka ülkelerde roman neyse Almanya’da novella odur.
Novellanın pek gözde olduğu natüralist dönemin önemli temsilcilerinden Theodor Storm, novellayı dramdakine benzer bir çatıya sahip olması nedeniyle “dramın kır kardeşi” olarak nitelendirmiştir. Alman edebiyatının büyük ustası Goethe 1827’de Johann Peter Eckermann’la yaptığı bir görüşmede novellada “daha önce hiç duyulmamış, ender rastlanan, ender yaşanan bir olayın” anlatıldığını söyler.
Novellanın konusu günlük hayattan bir kesit olabileceği gibi, tarihteki bir olay da anlatılabilir. Öyküden daha uzun nesir türü olarak bilinen ve okuru kısa bir girişle olayın içine çeken novellanın kısa öyküden (short story) farkı, merkezdeki çatışmayı tutarlı bir şekilde işlemesidir. Genelde tek bir olayın anlatıldığı novellada laytmotif ve nesne-sembolü gibi gelecekte anlatılacaklara işaret eden edebi teknikler kullanılır.
Rastlantı novellada çok önemli bir yere sahiptir. Novellada kahramanlar tesadüfen bir araya gelirler. Genel olarak novellada çerçeve anlatım tercih edilir ve ana olay çerçeve anlatıma dahil edilir. Bir novellada iç içe girmiş iki ya da daha fazla öykü olabilir. Çerçeve anlatımın anavatanı Doğu’dur (örneğin Binbir Gece Masalları).
Novellalarda genellikle göze çarpan bir diğer özellik, kahramanların çoğu kez tecrit edilmiş, dışlanmış ya da iletişimsizlik nedeniyle acı çeken insanlar olmasıdır. Novellanın bir diğer özelliği gerilim içermesi, bu gerilimin tıpkı dramdaki gibi tırmanması, bir dönüm noktasının olmasıdır. Novellada öyle bir an gelir ki hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Almanca Özgün Metin
Karşılaştırmadan önce çeviriler konusunda genel düşüncemi belirtmek isterim.
Eğer mümkünse her kitabı kendi dilinde okumak en doğru bilgi edinme şekli ve en sağlıklı yaklaşımdır. Ancak zorunluluklar ya da tercihler nedeniyle, çoğu kişi gibi çeviri eserlerden de sıklıkla faydalanan bir okur olarak bazı çevirilerin çok başarılı ve keyifli kitaplar olduğu hâlde tam bir “çeviri” olmadığı görüşündeyim. Hatta bazı çevirmenlerin yazarın önüne geçebilecek egoya sahip olabildiğine, ‘kelime kelime çevirmek yerine eserin bana verdiği fikri çeviriyorum’ gibi açıklamalara hayretler içinde şahit oluyorum. Bu çeviri değil, başka bir şeydir. Evet, bir çeviri diller ve kültürler arası bir köprü olduğu için her zaman özgün metne tam bir sadakat sağlanamayabilir. Ancak belirli kelimeler ve bazı ifadelerin ötesinde bu şekilde bir yol izlenmemeli, okur bu tür kullanımlara başvurulduğunda dipnotlarla bilgilendirilmelidir. Tabi yabancı dilde uzmanlığı olduğu hâlde teknik bilgisi olmayan kişilerin özellikle takip ettiğim için ekonomi ve finans alanında yaptığı hataların inanılmaz boyutlarda olduğunu ve bunların çoğu çalışmada görüldüğünü söyleyebilirim. Bunlara haber siteleri, gazeteler ve sosyal medyada da fazlasıyla denk geliyorum ve bir kısmını düzeltmek adına çaba gösteriyorum, ancak dildeki aşınma maalesef çok ciddi düzeyde ve bireysel çabalarla düzeltilemeyecek kadar üzücü.
Stefan ZWEIG‘ın BUCHMENDEL adlı kitabına gelirsek çevirinin dili akıcı ve anlaşılır, okuması son derece keyifli ve rahat. Hatta bu ifadem derleme altındaki üç çalışma için de geçerli. Buna ek olarak çevirmenin “novella” üzerine yukarıda yer verdiğim açıklamaları da okuyucuyu bu tür konusunda bilgilendirmekte başarılı. Ayrıca dipnotlarda sunulan açıklamaları da yine faydalı ve yerinde buldum. Çeviri sorunlarıyla ne kastettiğimin anlaşılması için buyrun kapak tasarımı ve kitabın adıyla başlayalım.
Özgün başlık Kitap Mendel anlamında “Buchmendel” olduğu hâlde çevirmenin de belirttiği üzere “Sahaf Mendel” yönünde bir tercih yapılmış. Kitap aşkı ve paradan bağımsız kitaplara duyulan ilgi yerine ticari bir alan, bir mesleğin ön plana çıkarılması bence doğru değil. Güçlü hafızanın, eşsiz bir bilgeliğin kitapla bütünleşmesi yerine parayla hiç işi olmayan, dünyasında böyle bir kavrama yer vermeyen bir insana iyi niyetle de olsa böyle bir unvan vermek yazarın önüne geçmek değildir de nedir? Yazar böyle uygun görseydi kendisi de pekâlâ Sahaf Mendel diyebilirdi.
Kapak tasarımına gelirsek: Aşağıda Almanca baskının kapağını görüyorsunuz ve metnin ilk cümlesinde sağanak yağmurdan Viyana’daki bir kafeye sığınan anlatıcının gözünden şu manzarayı görerek öyküye ortak olmak yerine Türkçe kapakta kitaplar ve bir insan yüzüyle karşılaşıyorsunuz. “Bir şey yiyip içmekten ziyade gazete okumak için gelen sıradan insanlarla dolu” bir kafe ifadesini daha okumadan bile öyküye dâhil olma şansı kaçırılmış. Oysa burası Mendel’in evi.
Sonuç olarak olaylar yerine kişilerin, kavramlar yerine kimliklerin ön planda olması tesadüf değil.
Yabancı kelimeler açısındansa “laytmotif, aktüel, spesifik” vb. birkaç kullanım dışında Türkçe kelimelerin tercih edilmesi sevindirici. Cümle cümle örneklerle çeviriyi karşılaştırmayacağım, ancak yukarıdaki iki yaklaşımdan da çıkarım yapabileceğiniz üzere Türkçe çeviri akıcı ve keyifli olmakla beraber Almanca özgün metnin zenginliği, kavram, kelime ve olay akışının sürükleyici ile bir değil. Zaman zarflarından sıfatlara, kelime tercihlerine ve ufak sözcük ekleme, çıkarmalara çeviri bire bir incelendiğinde aradaki fark hissediliyor. Ayrı tatlar için eğer mümkünse ikisini de okumanızı önerir, iki cümle alıntıyla bitirirken keyifli okumalar dilerim.
Görüşmek üzere
“Eğer rüzgâr, bastığımız yerlerde bizden kalan son izleri de yok edecekse neye yarardı yaşamak?”
“Pro coptu lectoris habent sua fata libelli.”
Ergun UNUTMAZ, 29.09.2023
İki dilde okuduğum ve burada paylaştığım her kitap için önceki notlarıma bakabilirsiniz. Örnek olması açısından şunu önerebilirim: Küçük Prens
(1) Sahaf Mendel, Stefan ZWEIG – Çeviren: Gülperi Sert, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Birinci Basım, Nisan 2021.
(2) Buchmendel, Stefan ZWEIG, Jean Meslier Verlag, Saillon, Vollständige Neuausgabe, 2018.
4 Comments
Ray,K
Sayın Hocam,
Eşsiz yorumlarınız için teşekkürler. Stefan Zweig’in ‘Satranç’ kitabını okuduktan sonra, hiç ilgimi çekmeyen bir yazar olduğunu itiraf etmeliyim. ‘Satranç’ı birçok kişinin aksine çok yüzeysel, karakter gelişiminden yoksun ve olay örgüsü açısından zayıf bulmuş, ‘bu adamı neden bu kadar seviyorlar, çok anlamsız’ diye düşünmüştüm. Hala da aynısını düşünüyorum.
Bu nedenle sizin Stefan Zweig eleştirisi yazdığınızı görür görmez fikirlerinizi öğrenebilmek için büyük bir heyecanla satırlarınızı okumaya başladım. Eseri hem yazarın anadilinde hem de Türkçe okuduktan sonra eleştiri makalenizi kaleme almanız da hayret verici olduğu kadar takdire şayan, bunu da ayrıca belirtmek isterim.
Makalenizi iyi ki okumuşum. Çünkü bildiğiniz gibi Zweig Türkiye’de çok popüler bir yazar; ve ben her zaman için ‘herkes bu adama bayılıyorsa bir bildikleri olmalı, ben neden sevemedim acaba?’ diye düşünür dururdum . Paylaşımınız sayesinde bilgilendim ve bu sayede şu soru aklımda beliriverdi: acaba ‘Satranç’ da bir novella mı? Belki de hayal kırıklığıma sebebiyet veren, fazla şişirildiğini düşündüğüm yazarın yeteneği değildir de, bir yazın çeşidi olarak novella türünün beni itmedisir?
Bu vesileyle, (eğer okuduysanız) başka bir eleştiri makalenizde ‘Satranç’a yönelik yorumlarınızı almayı çok isterim. Hayal kırıklığımın yazarla değil de yazın türü ile ilgili olabileceği ihtimali hakkındaki görüşlerinizi de burada bir iki satırla paylaşırsanız çok sevinirim.
Saygılarımla.
Ergun UNUTMAZ
Güzel sözleriniz ve değerli yorumunuz için ben teşekkür ederim.
İlginç bir tesadüftür ki ‘Satranç’ benim de uzun yıllar önce okuduğum ilk Zweig eseridir. Ancak bu konudaki yorumlarımı sizin de belirttiğiniz gibi ayrı bir başlık altında, hem de o kitabı da tanıtacak şekilde yapmayı isterim. Almanca özgün metinle de belki karşılaştırma şansım olur. Şimdiye kadar sıra gelmeyen bir başka okuma ne de olsa.
Bazı yazarların eserleri çeviri nedeniyle sevilmezken bazı yazarların eserleri yine çeviride başka bir hayat bulabiliyor. İşin üzücü kısmıysa çeviri karşılaştırması adı altında okuduğum bazı yorumlarda asıl beğenilenin çevirinin niteliği değil, Türkçe okuma kolaylığı ve kitabın okuyucuya verdiği keyif. Belki de böyle bir durumla karşılaşmış olabilirsiniz.
Son olarak yazın türünyle ilgili bir beğeni de pekâlâ olasıdır. Mesela benim için şiir, yazar, konu veya dilden bağımsız şekilde çok uzak bir alan. Ne kadar denediysem de olmuyor.
Keyifli okumalar dilerim.
Saygılarımla.
Mahmut Kemal
Merhaba Ergun Bey,
“Eğer rüzgâr, bastığımız yerlerde bizden kalan son izleri de yok edecekse neye yarardı yaşamak?”
Ne güzel yapmış rüzgar, bizden kalan son izleri de başka diyarlara taşımış.
Ergun UNUTMAZ
Güzel yorum için teşekkürler Mahmut Bey,
başka yerlere taşıması güzel ve sevindirici olabilir tabi, ancak rüzgarın bu izleri parçalara ayırıp yok etmesinden duyulan bir endişe, üzüntü var burada. Neyse ki öyküdeki gibi, izler bugün orada olmasa da geçmişin anıları yine de yaşatabiliyor.