Tam Benim Tipim
Simon GARFIELD [1]
Tarihte bilinen ilk yazıyı M.Ö. 3.000 yıllarında Sümerlilerin bulduğu bilinmektedir. Bu ilk yazı çivi yazısı olarak geçen, çentikler ve kakmalar ile meydana getirilen bir aktarım mekanizması olarak tasarlanmıştı. Asıl amaç ürünler bazında ekonomik bir planlama ihtiyacından doğsa da yazı, insanlık tarihinde birçok farklı amaca hizmet etmek üzere oldukça hızlı gelişmiştir. Bir arada yaşayan insanlar için iletişim nasıl kaçınılmazsa, sözlü iletişimin aktarım, anlaşılma ve süreklilik sorunlarını gidermek için yazının kültürel birikimin bir çıktısı olarak yerini alması da o derece anlaşılır ve beklenir bir olgudur.
Tabi ki zaman içinde çivi yazısından, hiyerogliflere ve bugün kullandığımız alfabelere gelene kadar 5.000 yılda çok fazla değişiklikler yaşanmıştır. Ancak ilginç olan bilgisayarların evlerimize girdiği 80’li yıllara kadar “font” konusunda bu kadar çeşitliliğin ve ihtiyacın farkında olmamamızdır.
Kanımca bu kitabın en büyük başarısı da geçmişten günümüze (kitap neyse ki benim gibi Sümerlilerden başlamıyor) yazının gelişimini önemli halkaları birleştirerek çok iyi aktarmış. Johannes Guttenberg’in, 1438’de matbaanın icadı olarak nitelendirebileceğimiz (Çin ve Kore’de uzun bir süredir kullanılan) tipo baskı yöntemini Avrupa’ya getirmesi ile nasıl el yazmalarından dökme harflere geçerken fontlar çeşitlendiyse aynısı Steve Jobs’ın tek fontlu yazı programlarına başkaldırısı ile bir kere daha yaşanmıştır. Çünkü insanlar kendilerini ifade ederken farklı duygu ve hisleri de mesajlarına katmak istemekte ve bunun için olanaklar talep etmektedir. Bu da fontların çeşitliliğinin ve değişen zaman ve koşullara göre çeşitlenmelerinin arkasındaki mantığı açıklamaktadır.
Küreselleşmenin ve sınır ötesi ticaretin bir gereği olarak büyük firmaların, fontları pazarlama stratejilerinin temel bir aracı olarak da görmeleri hiç de şaşırtıcı değildir. Kitabı okurken bunun sadece ekonomik motiflerle sınırlı kalmayıp siyasi ve edebi alanlarda dahi güvenilirlik, samimiyet, çarpıcılık vb. nedenleri ile kullanıldığını görmekteyiz.
O hâlde fontların sadece yazı karakterleri olduğunu söylemek, olsa olsa saf ve iyi niyetli bir yaklaşımın sonucudur. Farkındalık ve etkinlik eğer sizin için de önemliyse bu çalışma size oldukça katkı sağlayacaktır. Okumazsanız bir şey kaybetmeyeceğiniz, ancak okursanız her tabela, belge ya da film afişi gibi yazının geçtiği her platforma farklı bir düşünce ile yaklaşmanızı sebep olacak bir çalışma. Yer yer fontların yaratıcıları ile ilgili kısımları detaylı ve sıkıcı buldum ama bu konuyla ilgilenenler için bu konu da çekici olabilecek öznel bir alan sonuçta. Kitaptaki font örnekleri ve görseller konunun anlaşılabilirliğini ve akılda kalıcılığını oldukça pekiştirmiş, ama yine de bu alan daha da zenginleştirilebilirdi. Çünkü her yazı fontu her bilgisayarda maalesef yok. Dolayısı ile denemek ve görmek konuyla ilgilenenler için çarpıcı olabilirdi. Ve bu kitaptan font denemek için “The quick brown fox jumps over the lazy dog.” cümlesini öğrendim. Ama yine de font seçiminde “Hamburgerfont” daha kısa ve çarpıcı.
Kişisel tecrübelerime de yer vermek gerekirse: Daha önce grafoloji ve kaligrafi ile ilgilendiğimde sadece el yazısından karakter analizi yapılacağını düşünmüştüm; ancak modern zamanlar ve dijital dünyanın egemenliği, yazı fontları ile de benzer sonuçlar çıkarılabileceğini gösterdi bana. O yüzden bu kitabı oldukça ilginç ve kayda değer buldum. Font deyip sadece ekranda ve kağıt üzerinde nasıl durduğuna baktığımız yazı karakterlerinin zorlu yaratılma süreçleri, yaratıcıları ve özel hayatlarının detayları da tarihi bir yolculukta oldukça hoşuma gitti. Gizli ya da açık açık mesajınızı fontlar yardımıyla da nasıl destekleyebileceğinizi (ya da güzel bir mesajın farkında olmadan nasıl değersiz hâle getirilebildiğini) merak ediyorsanız bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Ergun UNUTMAZ, 12.11.2017
[1] Simon GARFIELD, (Just My Type), Bkz Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti., Üçüncü Basım, Aralık 2012, İstanbul (Türkçeye çeviren Sabri GÜRSES).