Portföy Yönetiminde Vade
Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bugün finansal yatırımların yönetiminde zaman kavramı üzerine bir kaç konuya değinmek istedim. Bunu da Markowitz Yaklaşımı ya da Keynesyen Para Talebi Fonksiyonu gibi teknik kavramlar üzerinden anlatmak yerine daha çok sohbet şeklinde yürütmeyi seçtim.
Ancak, olumlu bir sonuca varabilmek için yine de bazı noktaları genel bilgiler eşliğinde işlemek faydalı olacaktır. Öncelikle finansal yatırım için ayrılan kaynağın niteliğini açıklığa kavuşturalım ki vade konusunu onun üzerine inşa edebilelim:
Birey ya da bir aile için, bir dönem sonunda elde edilmesi beklenen toplam yıllık gelirden (Y), o dönem içinde yapılacak toplam giderlere (C) ayrılan kısım düşüldükten sonra geriye kalan tutar, söz konusu döneme ait tasarruf (S) miktarını verecektir. Geçmiş dönemlerde biriktirilmiş olan servete (W), cari dönemdeki bu tasarrufu da eklersek toplam tasarruf (TS) tutarına ulaşırız. Bu büyük tutarın içinde arsa, arazi, konutlar olabileceği gibi fiziki olarak saklanan altın ve benzeri diğer araçlar da bulunabilmektedir. Her ne kadar ekonomi literatüründe bu tür birikimler yatırım (I) olarak nitelendirilmese de biz bu yazıda günlük kullanıma uyalım.
Böylece, toplam tasarruftan yatırımları düştüğümüzde geriye kalan nakit ve döviz gibi likit varlıkları finans kapital (FK) olarak adlandırabiliriz. Burada önemli bir noktayı vurgulamak gerekli. Sermaye piyasalarında yatırım yapmayı düşünen ve başlangıç seviyesinde olanlar için finans kapital yüzde yüz kendilerine ait olmalıdır. Borç ile, kredi ile ya da belirli bir süre sonunda ödemesini yapmanız gereken para ile gerçekleştirilecek yatırımlar büyük risk içermektedir.
Ödeme günü geldiğinde yatırımlarınızın piyasa değeri, satın alma maliyetinin altında ise varlıklarınızı zararına satış yaparak borcunuzu kapatmak zorunda kalabileceğiniz gibi içinden geçtiğimiz sıkıntılı süreçlere denk gelirseniz doğrudan temerrüde düşme durumunda dahi bulabilirsiniz kendinizi. Naçizane bir diğer önerim de açığa satış, kredili işlemler ya da kaldıraçlı türev ürünlerin olmazsa olmaz (sine qua non) ilkesi olan bilgi, yüksek tecrübe ve risk yönetimi araçlarına sahip değilseniz bunların yıkıcı etkileri olacağını küçümsememeniz olacaktır.
Geleceğe düşünerek toplam tasarrufların çeşitli alternatifler arasında nasıl optimal dağıtılacağı konusu ise en temel anlamda herkesin kişisel risk-getiri tercihi, kültürel alışkanlıkları ve vade ufkuna göre farklılık göstermektedir. Konuyu sadece finans kapital ile sınırlandırarak vade kavramı üzerine görüşlere geçersek; J.M. Keynes’in, “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız.” sözüne karşılık Mahfi Eğilmez’in “Kısa vadeler üst üste eklendiğinde uzun vade olur.” ifadesi aslında biraz da benim yatırım stratejimi özetliyor. Ama önce kısa vadenin ne kadar kısa olduğu üzerine tanımlara hızlıca bir bakalım.
Literatürde genel kabul gören anlayışa göre; 1 yıla kadar olan süre kısa, 1 ile 10 yıl arası orta ve 10 yıl üzerindeki süreler ise uzun vade olarak değerlendirilmektedir. Varlıkların likiditesine göre de piyasalar bu anlamda para ve sermaye piyasaları olarak ayrılmaktadır. Mesela borçlanma kağıtlarından; vadesi bir yılın altında olanlar bono, bir yıl ve üzeri vadeli olanlar tahvil olarak isimlendirilmektedir. İşin üretim ve talep yönünü esas alan mikroekonomi teorisi kapsamındaki tanımı ise ilgilenenler için aşağıya ekledim. (*)
Oysa finans dünyasında hisse senedi alıp satarken ya da forex piyasasında işlem yaparken “1 gün” çoğu zaman çok uzun bir süre olabilmektedir. Kimi, dakikalık grafikle günde 5 pozisyon açar kapatırken, kimisi yatırım danışmanına yılda bir kere telefon edip talimat verir ve kurduğu portföye yıllarca dokunmaz. Normal dağılım eğrisinin bu iki ucu arasında kalan grupları bir kenara bırakarak sizlerle yaygın olarak gördüğüm profili paylaşayım:
“Uzun vadeli düşünüyorum” diyerek hisse senedi alan kişilerin kâra geçtikleri noktada erken satış yaparak daha büyük kârları kaçırdıklarına ya da kârda oldukları pozisyonlarda dahi fiyatlar aşağıya döndüğünde ısrarla iyimser beklentiler içine girerek büyük zararlar içeren pozisyonlar taşıdıklarına sık sık şahit oluyorum. Dolayısı ile uzun vadeli yatırımcılık kavramı zararda olan pozisyonları tutmanın getirdiği zorunlu bir sonuç oluyor. Halbuki olması gereken, başlangıçtaki niyet, pozisyon açmadaki tercih olmalıdır. Eğer “Benim bu finans kapitale beş yıl boyunca ihtiyacım yok, düşse de çıksa da sorun değil. Bu işlemi ev almak gibi görüyorum.” düşüncesi ile bir tercihte bulunuluyorsa piyasa fiyatına göre duygusal çalkantılar yaşamanın bence bir anlamı yoktur. Hele bir de bu alanda yeterli donanınımınız ve piyasaları takip edecek kadar vaktiniz yoksa al-sat ile kısa dönemde kârlar elde etseniz dahi uzun dönemde başarılı olma ihtimalinizin çok düşük olduğu ortadadır.
Diğer taraftan, uzun vadeli yatırım yapıyorum demek, benim için 10 yıl boyunca enstrümanları satmadan tutacağım demek de değildir. Evet, hisse senetleri 10 yıllık sürede diğer alternatiflerine göre daha yüksek getiriler sağlamaktadır, ama bu çoğunlukta doğrusal bir çıkış şeklinde olmamaktadır. Grafik 1’de, aylık değerlerle gösterilen, bir Amerikan hisse senedinin hayal gibi yaşanan çıkışını göstererek hepimizin aklından geçeni ortaya koyalım. 3 senede yüzde 400 getiri. Tek kelime ile muazzam!
Grafik 1: Hayal edilen performans ve uzun vadedeki getiri.
Bir de aynı grafiğe 2016 için günlük değerlerle bakalım. Grafik 2 göstermektedir ki aynı hissede 2016 yılının başından Şubat ayı sonuna kadar bir sinir testi yapılmış. Yaklaşık 700 dolardan başlayan düşüş yüzde 30’a yakın bir fiyat erimesi ile sonuçlanmış. Acaba kaçımız böylesi bir yatırım sistemine ve psikolojisine sahibiz? Finans dünyası geriye doğru bakınca kolay yorumlanan ancak (hatta lafa gelince ileriye dönük de öyle ama) uygulamada, yani “şimdi” noktasında, işler biraz farklılaşıyor. Görüldüğü gibi uzun vadeli yatırım kârlıdır, ancak kısa vadede inişli çıkışlı ve bir sonraki adımın tahmin edilmesinin profesyoneller için bile mümkün olmadığı bir süreç de içermektedir. Ancak, bir sistem dahilinde, tam zamanlı vakit ayırarak ve kademeli işlemlerle korunmanın imkânı vardır.
Biliyorum biraz uzun olmaya başladı, ama ikinci bir örnekle konuyu tamamlayalım. Çünkü yukarıdaki örnek uzun vadede hisselere sahip çıkmanın ödüllendirildiğini gösterdi. Ancak bana göre doğrusu stop-loss kullanarak zararı bir noktada kesmek, işler tekrar iyiye döndüğünde de tekrardan vagona binmek şeklinde olmalıdır. Böylece hem paranızı korumuş olacağınız gibi hem de alternatifleri değerlendirecek sermayeyi de el altında tutmuş olursunuz.
Grafik 3’te uzun vadede iyi yerlere geleceğini düşündüğüm ve fiyatı çok düştü diye portföyüme eklediğim bir hisse ile yaşadığım tecrübe yer almaktadır. Uzun vadeli tutma niyeti ile alım işlemini gerçekleştirdikten sonra kısa sürede yüzde 20’ye yakın artıya da geçmiştim ve doğal olarak satış yapmadan bekledim. Beklenti büyük ya! Zirveler altlarda oluşup gösterge sistemim stop loss ile zararı kesmemi söylediği hâlde, “nasıl olsa uzun vadeli aldım, kârda satmadım zarara niye satayım ki?” dedim ve şartların düzelmesini bekledim. Sermayem burada bağlı kaldığı için başka fırsatları kaçırdığım için üzülmüş ve stop loss uyarısına kulak asmadığıma pişman da olmuştum.
Şirket yönetiminin çabası ve genel şartların uygunluğu nedeniyle dip noktalardan yaptığım alımlarla maliyetimi aşağılara çekerek ve yüzde 17 kârla sonunda pozisyonumu kapattım. Almanya gibi yıllık faizlerin sıfır, enflasyonun yüzde 1,5 olduğu bir ekonomi için 14 ayda oldukça iyi de bir performans! Ben çıktıktan sonra hisse yüzde 10’a yakın bir artış daha sergiledi ve şu anda tüm kazançları geri vererek tarihi dip noktasına geldi. Bunu övünmek için değil, ille uzun vadeli yatırımcıyım diye hisselere bağlanmamak gerektiğini, gerekiyorsa kademeli olarak zararına da çıkmanın kâr olabileceğini göstermek için anlattım.
Kazançlı yatırımlar dilerim.
Ergun UNUTMAZ, 12.03.2020
(*) Mikroekonomide kısa dönem; üreticilerin, üretim sürecinde sadece belirli üretim faktörlerini değiştirebildiği bir zaman dilimini ifade etmektedir. Yani bir firma, artan talebe karşı fabrikasını büyütmek, yeni makineleri sisteme entegre etme imkânına sahip olmasa da ek vardiya ve teçhizatın yoğun kullanımı ile arz miktarını karşılamaya yönelik ayarlamalar yapabilmektedir. Uzun dönem ise tüm üretim faktörlerinin değiştirilebildiği, esnek bir zaman aralığını kapsamaktadır. Dolayısı ile burada zaman dilimi ile takvim veya saat ilişkisi değil, üretim sürecinin ve faktörlerinin değişen şartlara uyumu kastedilmektedir.